Searched for

Depresyonla savaşırken…

  Türkiye’de son 5 yılda antidepresan ilaç kullanımı, yüzde 65 oranında artmış. Radyo programının araştırmacı konuğuna göre ilaçların büyük bir kısmı aile hekimleri  tarafından veriliyormuş. İnsanlar büyük tehlike altında, yüzde 65 önemsenmesi gereken çok ciddi bir rakam! Tabii araştırma yaparken  bir de gönüllü komşu ve arkadaş hekimlerin(!) tavsiyelerini göz önüne almalılar. -”Bak şu haptan bir tane alıyorum sinir minir kalmıyor. Al anam al..canına yazık!  bak bana ne mutluyum.” (Uyuşukluğu mutluluk sanıyor ama farkında değil) Ama tedbiri de elden bırakmaz kendini hekim olarak öyle benimsemiş ki – “Ama sen önce yarım… Devamı için…

Kaç bakalım nereye kadar

  Kitapta diyor ki; “Sevmediğinizi anlamaya, kendinizi alıştırmalısınız ki, anlamamış olduğunuzu sevebilesiniz.” Bugünlerde nereye baksanız 21 Aralık kehanetine dair birşeyler konuşuluyor. 21 Aralıkta kıyamet koptuğunda, sözüm ona dünyada bir tek “Şirince” etkilenmeyecekmiş. Hatta dünyaca ünlü aktör Tom Cruise dahil “Şirince” ye gitmeye karar vermiş. Bunlar doğru mudur bilinmez ama nasılsa dünya bitiyor ya, atmak da serbest inanmak da… Genelde her sene, sevimsiz kış aylarında iyice can sıkmak için birbirinden ölümcül virüs haberleri yayılırdı … Bu sene ise,  kökten bir dibe vuruş olsun diye “dünyanın sonu”nu getirdiler. Ne tuhaf, hiç etkilenmedim…. Devamı için…

Önce kendinle barışmalı

  “Ne ucuz yaşıyorsun,ne kolay bir kristal gibi ellerimden düşüyorsun bakma öyle ben kanıyorum sen üşüyorsun…” i.sadri Karşına geçip seni anlatırken,ben gerçekten böylemiyim diye düşünüyorsun. Sana seni anlatıp duruyor… En konuşamadığın anı yaşıyorsun,ne acı.   Sana öyle ithamlarda bulunuyor ki seninle zerre kadar ilgisi yok. Ağzını açıp da “o ben değilim” diyemiyorsun. “Sen alışkınsın” diyor, “insanların duygularıyla oynamaya,kırmaya,incitmeye…” Bilmiyor ki, komşunun kedisi kafasını çevirse senin içine dert oluyor. “Ben hep karşımdakini, kendim gibi bildiğimden kaybediyorum” diyor. Sende diyorsun, o da diyor… Günün sonunda, herkes kaybediyor. Peki onlara benzemeyenler nerede? Onları bilen,… Devamı için…

İstanbul’a kara leke

“Artık biliyorsunuz, Türk usulü dolandırıcılık böyle bir şey! İstanbul çok çekici bir kent, ancak tatilinizin zehir olmasını istemiyorsanız neler döndüğünü bilmenizde fayda var.” National Geographic’de “Dolandırıcılar şehri İstanbul” başlığındaki belgesel, işte bu sözlerle son buluyor. National Geographic programcısı Conor Woodman, bir gece kulübünde, sadece bir biraya 30 dolar ödediğinden tutun da, boğaz gezilerinden, taksilere kadar nasıl dolandırıldığını gizli kamera ile gözler önüne seriyor. Şimdi annemin sesini duyar gibiyim “vah vah bu da mı başımıza gelecekti” diye, dizlerini döve döve ağlanıyor. Ben de şimdi ne yalan söyleyeyim, kara kara düşünüyorum. Türkiye’ye… Devamı için…

Zengin görünmenin püf noktaları

  Gizlenmeye çalışan örümceği yanlışlıkla elektrik süpürgesinin içine çekince, kafam ellerimin arasında,  makinenin tam dibine çöktüm. “Senin yapacağın temizliğe…” Sanki dünya sadece iki ayaklılar için, önüne geleni ez geç! Karnın mı aç? İki parmak et için, koca istakozu canlı canlı at kayanayan suya, pişsin. Sonra git masanın en orta yerine koy, gelen misafire ikram et ki, seni zengin sansın. Sonra bunun ahtapotu var, hani yine canlı canlı, 100 kere yere çarpılarak yeme kıvamına gelen… Geçenlerde bir belgeselde izledim, karidesleri büyütmek için hayvanların bir gözünü çıkarıyorlardı. Kıyafete mi ihtiyacın var? Boynuna,… Devamı için…

Kıyamet’e beş kala…

21 Aralık’ta kıyamet kopacakmış! N’apalım, yapacak birşey yok! “Elle gelen düğün bayram” derdi büyükler… Peki bunu duyduğunuzda kafanızdan neler geçiyor? Benim, malesef izlediğim güne lanet okuduğum bir film aklıma geliyor. Filmde, kıyamet koptuktan sonra yaşananları gösteriyordu. Bir baba-oğul, yaşayabilmek için yemek ve sığınacak bir yer arayıp, bitmek bilmeyen yollar boyu bir yerlere ulaşmaya çalışıyorlardı. Bunun yanı sıra birde “kötü insanlar”dan kaçmak vardı. Filmde, babanın oğluna sürekli tekrarladığı bir söz var; “Kötülerden olmamalıyız. Bizler iyiyiz” Bahsettiği kötüler; İnsanları yakalayıp, mahzende saklayıp, onları taze et kıvamında tutabilmek için öldürmeden, parça parça kollarını bacaklarını… Devamı için…

Kışa hazırlık

  Gökyüzü maviyi çalan gri renge bürününce, nehir ve asfalt ayna görmüşe döndü. Yağmur günlerdir dinmiyor… Bulutlar sanki alçaldıkça alçaldı. Kafamıza düşücek diye tedirginim. Sabah gözünü açar açmaz, evin bütün ışıklarını yakıyorsun. Ne kafandaki saç kuruyor ne de giydiklerin. Tren istasyonunda toplasıp bekleyen kalabalık ve ben… Hepimiz birer “sıçana” benziyoruz. Yanımdaki arkadaşım diyor ki; “yağmurda yürümeyi sevmiyorsan yeteri kadar romantik değilsin” Ben diyorum sıçana benzedik o diyor romantizm! Benim şu anda romantizm’den tek anladığım, sıçanla bağlantılı iflah olmaz hayvan sevgisi… Kışlar, yaşamı anlatmıyor ki … Bahara kadar can çekişiyor gibiyiz…. Devamı için…

Öyle gözleri vardı ki…

“Türkiye; Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk’e…” (Daniel Dumoulin) Belçikalı yazar Daniel Dumoulin’in, Atatürk’ün özlü sözlerinden derlediği kitabında, kendine ait bu cümleyi de paylaşmış. Uzun süre aklıma kazınan bu cümleyi, sabah tesadüf eseri dinlediğim TRT 1 radyodaki söyleşi sayesinde öğrendim. İnsan çoğu zaman, merak ettiklerini okumaktan çok, birinci ağızdan duymayı arzu ediyor. Eminim bir çoğumuzun aile büyüklerinden edinilmiş  Atatürk’e ait  duyumları vardır. Hacı babaannem, hayatımda tanıdığım en dindar insandı. Kafasını henüz 7 yaşındayken kapatmışlar. “Bizim zamanımızda öyleydi” derdi, bundan 30 sene önce bana anlatırken… “Amaaa, ilk okuldayken… Devamı için…

Bilmez Olaydım

Çok güldüğünde, hemen ardından ağlayacağına inandırılan bir toplumun çocuklarıyız biz… E büyükler “çok gülen çok ağlar” dedi bir kere… Büyüğü sayıp küçüğü seviyoruz ya, Onun için mutlu olmak çok kolay değil bizler için. Bir çoğumuz, “şımarır” korkusuyla, sevginin fazla yoğun olmadığı evlerde büyüdük. Canımız yandığında, babalarımız, biz uyurken, baş ucumuzda ağlardı… Onun için , biraz yalancı, biraz korkak, biraz güvensiz olduk ama hiç şımarmadık. Bir de “nazar” denen bir şey var ya… Kötü gözle bakanın seni tepetaklak edeceği “nazar”. Kötüyü bırak, en çok annelerin nazarı değerdi evlatlarına… Çocukların ve bebeklerin… Devamı için…

Sıra hayvanlara mı geldi?

Çomar’ı zehirlediklerinde daha çok küçüktüm. O gün oğrendim zehirlenmenin ölüm demek olduğunu. Ve yine o gün öğrendim, ölen birini bir daha asla göremeyeceğimi… Sonra,bizim mahalleye Linda ve Toni geldi. Çomar’a hiç benzemiyorlardı. Ama bana onları, erkek Çomar’ın yavruları diye yutturdurlar. Emin değilim, belki gerçekten inandım, belki de inanmak işime geldi. İnsanlar benim arkadaşımı, sırdaşımı ve her şeyden önce zararsız bir canlıyı öldürebilecek kadar tehlikeli olabilirmiş, korktum. Şimdi düşünüyorum da, Çomar’ı zehirleyerek hayatına son veren insan nasıl bir hayat yaşadı acaba, hala hayatta mı? Bu yeni “sokak hayvanlarından kurtulalım” kararına mutlu… Devamı için…