Keşke…

18 yıldır Londra’ da yaşıyorum.

Bir Mart ayının  bu kadar soğuk ve yağmurlu oluşuna daha önce hiç şahit olmadım…

Kar yağdı…

Fırtına çıktı…

Yağmur yağdı…

Ve yağmur hiç durmadı…

Üye olduğum golf kulübünde fazla yağış sebebiyle, toprak zemin bitmiş durumda.

Bırak golf oynamayı, yürümek bile imkansız olduğundan, kulüp günlerdir kapalı.

Bu ülkede ki durum, anlatılacak gibi değil, yaşamak lazım…

Elden gelen bir şey yok…

Her geçen gün, yaşama sevincini yitiriyorsun, hepsi o…

*              *             *

Bir akşam camdan yağmuru izliyorum…

Yanıma kızım geliyor ve bugüne kadar biriktirdiği bütün parasını, minicik elleriyle masanın üzerine koyup,

“Anne İzmir’e gidelim” diyor…

Okul tatilini bahane edip, şartları da biraz zorlayarak, arkamıza bile bakmadan İzmir’e kaçıyoruz.

Aynı gün içinde 10 derece yağmurlu Londra’dan 25 derece güneşli İzmir’e iniyoruz.

Tabii ilk an da beynim ve vücudum resmen şok yaşıyor.

Yolculuğun yorgunluğu, hava değişikliğinin şaşkınlığı, derin bir gece uykusuyla dağılıyor ve İzmir’e uyum sağlıyorum.

Sabah güzel bir kahvaltı ve arkasından soluğu ‘pazar’ da alıyorum.

Tahmini 100 TL tutarında bir alışveriş ile bir haftalık sebze-meyve alışverişimizi yapıyoruz.

Pazar alışverişi bittikten sonra günün geri kalanını tramvay manzaralı bir kafede geçiriyorum.

Elimde Fazıl Say’ ın son kitabı; “Akılla Bir Konuşmam Oldu”

Okuduğum her cümleyi geri dönüp dönüp tekrar ediyorum çünkü aklım sadece güneşte…

Herkes gölgeye saklanmış otururken ben görmemiş olduğumdan güneşin tam altında oturuyorum.

Biraz Türk liram var, onu bir an önce yaşadığım ülkenin parası sterline çevirmeliyim ama nasılsa zaman var, erteliyorum…

Yüzümü güneşe dönüyorum.

Gelen geçene bakıyorum.

Tramvay’ı izliyorum.

Çayımı içiyorum.

Sokak köpeklerini izliyorum.

Çocuklara gülümsüyorum.

Ertesi gün yine aynı yerde yine güneşe doğru oturuyorum…

Yine çayım…

Yine kitabım…

Paramı hatırlıyorum, daha  zaman var, erteliyorum…

Aradan 1 hafta geçiyor, döviz kuruna bakıyorum benim para küçülmüşte küçülmüş…

Artık tatilin son bir kaç günü…

Ben aynı yerde çayımı içiyorum…

Son döviz kuruyla Türk liram sadece Londra’daki bir seferlik pazar alışverişine yetecek duruma gelmiş,

vaz geçiyorum…

*                *                   *

Ben yine yüzümü güneşe dönüyorum.

Gelen geçene bakıyorum.

Tramvay’ı izliyorum.

Çayımı içiyorum.

Sokak köpeklerini izliyorum.

Çocuklara gülümsüyorum.

Çayını açık havada içmenin lüksünü, pencerinin öbür tarafına mecbur kaldığında anlıyorsun…

Ne özel bir şehirsin İzmir…

Ne güzel bir ülkesin Türkiye…

Ama bir o kadar da zorsun…

Senin toprağında yaşayan insanlara keşke bu kadar ağır bedeller  ödetmeseydin.

Keşke o yaşlı sütçü amca ödeyemediği banka borcu yüzünden, ağlaya ağlaya süt güğümlerini kameraların önünde boşaltmak zorunda kalmasaydı.

Evine ekmek götürebilmek keşke bu kadar zor olmasaydı.

Keşke bu kadar eğitimli insan senden kaçıp buralarda sürünmeseydi…

Gökyüzünde pırıl pırıl parlayan güneşle yaşamak keşke bu kadar pahalı olmasaydı…

Aklımdan neler geçiyor neler…

Keşke diyorum…

Keşke…

Nisan 2018, İzmir