Şöhret denen illet, çocuk yaşlardan itibaren bir çoğumuzun hayallerini süsler.
Eskiden Yeşilçam’ın hiç değişmeyen konudan noksan klasik Türk filmleri öyle değilmiydi…
Fakir kız eninde sonunda elinde mikrofon kendini sahneye atar, hayattan intikamını alırdı.
Şöhretle beraber gelen o mağrur bakış yüzüne yerleşir.
Mutsuz ama zengin bir şekilde salına salına ortalarda gezerdi.
Biz bu filmlerle büyüdük.
Şimdi ise çocuklar ya bol göbek havalı sabah programlarıyla ya da saçma sapan ‘Desdi İzdivaç’ larla büyüyorlar.
Hangimiz daha şanslı belli değil (!)…
Şöhret hastalığına yakalan ünlü, hayatının en özel anlarının tadını çıkaramaz.
Mesala kadınların hayatında ki en özel dönem hamileliktir.
Geçtiğimiz günlerde doğum yapan Ebru Gündeş, son ana kadar sahnelerdeydi. Bu film bana hiç yabancı gelmedi.
Hülya Avşar’ın hamile olduğu zamanı hatırlıyorum, karnı burnunda televizyonda program yaparken ambulans kapıda bekliyordu.
Aynı şekilde Gülben Ergen, hamileliğinde sahneye çıktığında seksi mi yoksa sevimli mi olmalı duygularıyla karışık mini hamile elbisesi ve düz papuçları gözümün önünden hiç gitmiyor.
Sahnede kayma tehlikesi olmasın diye de sahne, posteki tarzı halıyla kaplanmıştı.
Eminim onu da kapıda ambulans beklemiştir.
O zamanlar bu ünlülerin yaşadıkları bana garip gelmisti, ama anne olduktan sonra bu duygu yerini onlar icin acıma duygusuna bıraktı.
Şöhretli insanların düşünüldüğü gibi her konuda şanslı olmadığı, aksine çoğu zaman bizlerden çok daha zor şartlarda yaşadıklarını anladım.
9 aylık hamilelik dönemini bizler daha sakin ve huzurlu geçiririz.
Ünlü kişiler ise hırsları ve yaşam tarzlarından dolayı bu dönemin tadına varamazlar.
Acaba sebep;
Sahnede ve televizyonda olmaları için önerilen astronomik ücretleri geri çevirememek mi?
Unutulmaktan ya da geriden çığ gibi gelenlere yerini kaptırmaktan korkmak mı?
Yoksa sevenlerini üzmemek adına ‘sanat herşeyden önce gelir’ meselesi mi?
İster şöhret ister lüks için de kavrulan hayat hepsi palavra…
Bana sorarsanız hayatta ki en önemli şey; Hayatın hangi alanında olursa olsun (aile, iş, çevre ) kaliteyi elden bırakmamak…
Bir kez geldiğimiz dünya da mutlulukları da, heyacanları da, acıları da kendi kontrolümüzde yaşayabilmek…
Annemin her zaman dediği gibi ;
Ne kadar zengin olursan ol, karnını doyurmak için bir tabak çorbadan fazlasını içemezsin…
Ocak-2012, Londra