Heyecan sessizliğe bürününce efkar faslı sarar tüm geceyi…
Başını üzüntüyle yastığa koyduğun sürece, gelecek sabahlardan zaten hayır bekleme.
Günler geçiyor geçmesine de biz gecelerde takılı kaldık.
Aynı şeyleri yazıp duruyoruz.
Oysa yazılması gereken, halledilmeyi bekleyen o kadar çok konu var ki dünyada, sıralamaya kalksan ömür yetmez.
Şu anda hayatı, karışık bir yün yumağına benzetiyorum.
Hani her çözmeye çalıştığın düğümün altından başka bir düğüm çıkar ya işte öyle…
Ne vahim ne acınası bir durum…
Kime güvenmeli? Ne doğrudur ne yanlış…
Tanıdık yüzlerin, dost olamadan sonsuza gömüldüğü şu son bir kaç gün…
Saçma sapan şeyler aklımda;
Küçüktük…
Yağmur yağınca doğru sokağa…
Görev ya onun için.
Sümüklü böcekler ezilmesinler diye kaldırımlardan toplayıp çalı diplerine taşırdık.
O zaman da biliyormuşuz demek en son güveneceğimiz yaratık insanoğlu…
Meğer dost bildiğim sana da güvenmemek lazımmış ya geç öğrendik işte.
Ben onları yaşasın diye toplarken sen çaktırmadan torbaya doldurup para kazanmak için satarmışsın.
Senin paraya köleliğin demek o günlerde başlamış.
‘Ben büyük adam olacağım’ der dururdun…
Büyüdün büyümesine de ne yazık ki ‘adam’ olamadın.
Zekanı ve hırsını sadece para kazanmak için kullandığından, şu dünyada tonla paran oldu olmasınada kendinden başka kimseye de bir hayrın olmadı.
Onun için o takımdan bu takıma, o partiden diğerine geçmekte hiç zorlanmadın.
Yeter ki sen işini yürütebilesin.
Sana “ istikrar” olsun yeter.
Ama unutma:
Düşündüğün kadar sağlam, direndiğin kadar güçlü ve inandığın kadar özgürsün….
Temmuz-2013, Londra