Yolunu kaybetmiş üç minik kuş, mısır koçanıyla karınlarını doyururken, ben de onları ürkütmeden usulca mısırın öbür tarafını çeviriyorum.
Onları izlemenin zevki bambaşka, hele bir de güvenlerini kazandım ya, değmeyin keyfime…
Ama birden yüzümdeki tebessüm, yandaki tepeden yükselen dumanlarla acıya dönüşüyor.
Bizim buralarda, yaz aylarının eksilmez acısıdır yangın…
Uzun kışla beraber, yağmurdan kurtulup güneş ve denize kavuşmanın mutluluğunu yaşamaya niyetlenirken, yangınla birlikte, yanarak yok olan ağaçların ve zavallı masum hayvanların can çekişini ta içinde hissedersin.
Bir yandan denizin üzerinde helikopter ve yangın uçakları, taşıdıkları suyun ağırlığıyla savrula savrula yangın bölgesine ulaşmaya çalışıyorlar.
Diğer yandan da, daracık virajlı yolda, acı siren sesiyle kelle koltukta giden itfaiye, gazete sütunlarında verdikleri demeçte, hiç bıkıp usanmadan yine halkı “dikkatli ve duyarlı” olmaya çağırıyor.
Çünkü yaz yangınlarının en büyük sebeblerinden biri izmarit, bir diğeri de açık alanda yakılan ateş…
İzmir ve çevresinde, ilk 6 ayda çıkan yangınların üçte birinden fazlası, sadece Haziran ayında meydana gelmiş.
Sen istediğin kadar halkı dikkate ve duyarlılığa çağır, anlamayan bir bölüm var ki, onlar ne desen ne yapsan anlamıyor çünkü o kendi keyfinden başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor.
İşte minik kuş; seni hem elleriyle besleyen, hem de kurtarmaya çalışan ama kendi hainliğiyle izmaritini yere atıp, hepinizin katili olan bu topluluğa “insan” diyoruz.
İşte öyle insanlara hain de denebilir. Arabasıyla giderken, sigarasından son derin bir nefes çekip camdan fırlatıp attığında, sıcak hava ve şiddetli rüzgarla çıkan yangında, kaç tane hayvanın katili olduğundan habersiz yoluna devam ediyor.
Bu aslında düpedüz bir suç duyurusudur.
Sen keyfinden hiçbir ödün vermeden yaşadığın sürece, dünyaya faydanı geçtik, zarar veriyorsun.
Söndürmeden doğaya bıraktığın mangalınla, izmaritinle, uzun yıllarda yetişen ağaçların, kuşların, sincapların, kaplumbağaların katilisin…
Temmuz-2012, Gerence