“Bir çocuk dünyaydı bulduğumuz; öyleyken biz onu ne doğal değer ve gücümüzün üstünlüğüyle dizginimiz altına soktuk,
ne doğruluğumuz ve iyiliğimizle yetiştirdik, ne de ruh yüceliğimiz, cömertliğimizle kendimize bağladık…”
16. yüzyılın deha ismi Montaigne; denemeler kitabında “Amerika’nın Keşfi”ni işte bu sözlerle anlatıyor.
Güçlü olanın, güçsüzü haince yok etme hikâyesi hep birbirine benziyor.
Amerika, ilk keşfinden bu günlere kadar, barış ve özgürlük(!) vaatleriyle birçok ülkeye yine girişler yaptı.
Yöntemi hiç de “ barış ve özgürlük” kelimelerine yakışan nitelikte olmadı.
Mesela 2013 mart ayı, Amerikan askerlerinin Irak’a girmesinin 10. yılıydı.
Bilanço içler acısı…
Ama yinede Saddam yönetiminden ne şekilde olursa olsun kurtulduğuna sevinen insanlar da oldu.
Bu insanlardan iki tanesiyle tesadüf eseri spor kulübünde tanışmıştım.
İki arkadaş, hararetli bir şekilde gazetedeki bir sayfa üzerine konuşuyorlardı.
Hikâye daha çok Abu Celal’in hayatı üzerine…
Bağdat’ın Hristiyan ailelerinden.
1955 yılında Bağdat’ın ilk oteli olan ‘Bağdat Oteli’nin ve o zamanın ilk modern rezidansının varislerinden…
Rezidansın müdürü de Abu Celal’in ağabeyi.
O zamanlar Bağdat’ın en varlıklı ailelerinden olan Abu Celal ve ailesinin kaderi, 1965 yıllarının Saddam yönetiminde fena halde değişiyor.
Abu Celal’ in anlattığına göre CIA’de görevli bir kadın, o zamanların Irak’a ait önemli bir uçağının özelliklerini öğrenmek göreviyle Bağdat’a yollanıyor.
Ajan, pilotu İsrail’e uçması için ikna edemeyince rezidansta öldürüp ülkesine geri dönüyor.
Ve rezidansın müdürü olan ağabeyi bir süre sonra tuhaflık olduğunu anlayıp kapıyı kırıp içeri giriyor.
Pilotun bu şekilde hayatını kaybetmesi Abu Celal’in ağabeyi ve babasını hapse mahkûm ettiriyor.
Saddam yönetimi bu aileyi Amerika’ya yardım suçuyla yargılıyor.
Bu süre içinde Bağdat oteline ve rezidansa el konuluyor.
Abu Celal’in babası hapisten çıktıktan 6 ay sonra yaşadıklarına dayanamayıp vefat ediyor.
Onun ölümünün acısıyla anne de 2 ay sonra aynı şekilde hayata gözlerini yumuyor.
Abu Celal “Ağabeyim kapıyı kırmayıp belki polise haber verse bir ailenin kaderi böyle son bulmayacaktı, tabii her şey planlı bir senaryo değilse…”diyor.
Bu olaylar olurken Abu Celal üniversite eğitimini sürdürdüğü İngiltere’de yaşıyor. Şimdilerde 78 yaşında…
Belki de Bağdat’a bir daha hiç dönmeyecek…
Hikâyenin sonunda da şunu belirtmeden geçemiyor; “Saddam, yakınlarımıza çok zulüm etti, şimdi bu günü sevinçle kutluyoruz”
Ve ben o gün bir karar verdim…
Karşımdaki kim olursa olsun, hiç bir kimsenin hayatı, memleketi, inançları hakkında fikir yürütmeyeceğime yemin ettim…
Yıllar öncesinden yarım yamalak aklımda kalan bir cümle…
“Hiç kimse kaderiyle doğmaz, insanların kaderini dünya üzerindeki şartları belirler.”
Mayıs-2014, Londra