Uluslararası Dedikodu

“Biz Türkler, kafayı siyasetle bozduk, her sohbetin sonunu illa memleket işlerine  bağlıyoruz” diye söylenirken meğer ne kadar da yanlış düşünüyormuşum.

Bu akşam, dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlarla sohbete koyuluyoruz ve o an anlıyorum ki, bu sadece Türklere özgü bir durum değilmiş.

İspanyol Michel ve Ukranya’lı güzel eşi Gala,

Bağdat’lı Sadi Ali,

Morocco’lu (Fas) Celal ve Esma ile dünyanın mecburi ortak dili İngilizce’nin kafasını gözünü yara yara bütün bir akşam sohbet etmek için savaş veriyoruz.

Böyle ortamlarda benim için en güzel şey, bir ülkeyi o ülkenin insanından dinlemek…

Doğru veya yanlış…

Onların ülkeleriyle ilgili yanlış bir yorum yaparım diye ödüm kopar.

Çünkü hayatta, kendime yapılmasını istemediğim bir şeyi başkasına yapmamak gibi bir duruşum var.

Fikir söylemeden, komik duruma düşmeden, incitmeden, anlamsız bir yorum yapmadan dikkatlice ve sabırla dinlerim.

Gala, Ukrayna’da yaşananları büyük bir hüzünle anlatmaya çalışıyor.

Ona göre Rusya başbakanı Putin, dünyanın en tehlikeli adamı…

Rusya’ da durumun anlatılanlardan aslında çok farklı olduğunu söylüyor.

Moskova ve St. Petersburg’ un varlık içinde olduğunu ama bu iki şehirden 15 km dışına çıkıldığında, insanların sefaletle boğuştuğunu anlatıyor.

Tuvaletleri bile olmayan evlerden, karnını doyuracak bir kuru ekmek bulamayan insanların varlığından söz ediyor.

Dünyaya gösterilmeye çalışan güçlü ekonominin, zenginliğin hepsinin koca bir yalan olduğunu, anlatıyor da anlatıyor…

“Kırım” ın tarihteki yerinden ve asla Rusya’ya ait olmadığını-olmaması gerektiğini,

Rusya taraftarı olan Ukrayna’lıların sadece karınlarını doyurabilmek için Putin’i desteklediğini söylüyor.

Hangi dilde, hangi kültür de olursa olsun hep tanıdık bilindik hikayeler…

Masadaki diğer dostumuz Bağdat’lı Ali Sadi;

Irak’ta yıllardır bitmeyen problemler yüzünden her geçen gün çöküyor, eski neşesinden eser yok.

İngiltere ve Marbella’daki (İspanya) lüks hayatı, Irak’ta yaşam mücadelesi veren abi ve yeğenlerinden dolayı artık ona mutluluk vermiyor. Onlardan haber alabilmek için eli sürekli telefonda…

“Önceleri abimle Türkiye’de buluşur, hasret giderirdik ama artık sizin hükümetiniz Irak’lılara vize vermediğinden görüşemiyoruz” diyor.

sadece ‘öylemiymiş…’ diyorum.

Bunları anlatırken bana bile kırgınlık duyduğu  sesinden anlaşılıyor.

Yani bir iki sene önceye kadar Türkleri yere göğe sığdıramayan Ali’nin, şu sıra beni bile gözü göresi yok.

Aynen Rus komşum-arkadaşım Olga’ nın Türkiye ile Rusya arasında yaşanan uçak  krizi yüzünden bir kaç gün beni görmek istememesi gibi bir durum işte.

Fas’lı ailenin tek derdi ise;

Türkiye’ye olan hayranlıklarını belirtirken Türkçe’de neden ülkelerine Morocco yerine”Fes” den gelen “Fas” deniyor oluşu…

Hey Allah’ım ben nerden bileyim bu kadar sorunun cevabını,’ bir daha ki sefere çalışıp geliyim diyorum’, gülüşüyoruz…

Yani masamızda muhteşem bir yemek de dahil ne ararsan var;

Kahkaha…dedikodu…sitem…hüzün…

Ama sohbetin sonu hiç beklemediğim kadar güzel bir konuya geliyor…

“Mustafa Kemal Atatürk”

Ve gözlerden okunan, kalpten gelen sözlerle anlatmaya çalıştıkları sadece hayranlık ve saygı…

Ve ortak cümle;

Bir milletin başına gelebilecek en güzel lider…

Sırtımı koltuğa gururla yaslıyorum…

Ben susuyorum onlar konuşuyor…

En doğusundan en batısına, taşına toprağına kurban olduğum Türkiye’m…

Dinlerin en güzeline sahip ülkem…

Başımızı bu gün bile dünyaya dimdik tutmamızı sağlayan büyük önder Ata’m,

Nur içinde uyu…

Ve dünyanın neresinde olursam olayım

Heyecanla ve gururla

“Ne mutlu Türk’üm diyene…”

 

Haziran-2016, Marbella