Huzurumun hüznü 

Olsun be!

Sen huzur de ben hüzün…

İki kelime arasında ki benzerlik dikkatini hiç çekmez değil mi?

Sende haklısın be dost, bir kere kolayını buldun mu duyduğuna inanmaya, düşünmeye ne gerek kalır ki…

Klavyede Türkçe alfaben olmasa, nerdeyse ‘Huzur’ kelimesi, ‘Hüzün’e dönüşüyor, birde küçücük “r” harfi vardı doğru ya…

Huzur ve hüzünün birbirine bu kadar yakın oluşu ne kadar ürkütücü…

Huzur kahkahalarla güldürmüyor,

Hüzünde öyle…

Huzurda, hüzüne benzer kendine bir dönüş hali var.

Birinde kendi derdinin, diğerinde de kendi güvenli dünyanın kibirine düşüyorsun.

Ne huzurda bir süreklilik var ne de hüzünde…

Bak sana birşey anlatayım;

Farzet ki, gecenin zifiri karanlığı, eğlenceden dönüyorsun.

Yarı sarhoş yarı mutlu ama için huzurla dolu…

Kendi kendine gülümsüyorsun arada, bazen tavana bakıyorsun, bazen de çaktırmadan aynada kendini süzüyorsun.

Ama gözün biranda camdan dışarı takılınca huzurundan eser kalmıyor.

Oldukça yaşlı bir adam, yağmurun altında, elinde onlarca balon nerdeyse caddenin orta yerinde …

Evinde olmalıydı oysa,

Torunları koşturmalıydı etrafında.

Belki de sıcacık yatağında uyuyor olmalıydı.

Gecenin o saatinde, sokakta balon satmamalıydı.

Eve ekmek götürmek,insan gibi yaşayabilmek bu kadar zor olmasaydı keşke…

Sen şimdi dertsizlikten, doktor doktor gezerken huzurunun peşine mi düştün?

Kendi etrafında döndüğünü sandığın dünyada hüzün nedir bilmeden huzuru bulacağına

inandın mı gerçekten?

Hayatın boyunca hiçbir şey üretmeden tükettiğin ekmeğe, hiç şükretmemişken, bir bakmışsın huzur sandığın birden hüzne dönüşmüş…

Hüzün ve huzur bu kadar yakınken birbirine ne sen zenginsin, zengin olduğunu sandığın kadar…

Ne de o fakir, fakir olduğunu sandığı kadar…

Şubat 2013 – İzmir